Can curtains hide what the eyes already see? / Gözün Gördüğünü Perde Kapatır mı? – Naz Cuguoğlu
[Türkçe için sayfayı aşağı kaydırın]
Can curtains hide what the eyes already see?
ART UNLIMITED 39 NOVEMBER 2016
I am stuck in mud up to my ankles. I have always tried to escape, but couldn’t succeed. All the dirt, the waste that we tried to hide all these years now sucks me in. It is meaningless to escape. It is impossible to move in this mud. e sewage that humanity has tried to ignore, and pulled a face at since the middle age, now oods from all the holes of this city, and draws near me. e history of the past prints a map of the town, and puts it in front of me, only now in a non-subjective way. It carries the cultural heritage, and all the conse- quences of our past behaviors in it. We cannot escape from our history, I slowly understand. I close my eyes, as if trying to ignore all the pain that was lived and still is lived in our region. e smell of the sewage lls my nostrils. Pain stinks, I understand. e bubbles made by the water remind me of the deep sound made by the human crowds. Pain is noisy, I feel it. Yet I had dreamt clear, transparent water owing through the end of time. On the opposite, the bubbles that come out are interrupting the uidity of time, just like the sound of war I hear from afar, just like the dark water on which people are forced to migrate from their birth lands towards unknown regions. is stream detached from the same sea, transport the sound of those people to me. Now I try to hide this water with a cheap white lacy curtain that I brought back from home. is curtain forces the privacy of my home to face the dininishing mass of public spaces that I’m beginning to lose control over recently. While the white curtain slowly sways over the stream it tries to hide, it becomes part of the dirt that it in fact wants to cover. A great con ict starts at the point where they touch each other. e transparent side of the curtain can only mask the dirt, yet cannot fully conceal. Just like us, who cannot fully hide the pains that we are exposed to. Özgül Arslan’s site-spe- ci c public installation, entitled Exposure, makes the problems that are impossible to be ignored visible again while trying to cover up the dirt of the stream. Setting o from the irredeemable nature of Kurbağalı Dere (Froggy Stream) which is very close to where he lives and which is something we the inhabitants of Kadıköy are desperate to ignore when talking about our beloved neighborhood, Arslan refers to issues like urbaniza- tion, cultural heritage, contemporary socio-political situation and so on while displaying the current state of the stream. By using Kurbağalı Dere both as a subject and an object, she invites the viewers to confront the city and the geography they live in beginning from an ecological point of view in the micro –the relationship of people with waste- towards an economical, social and political point of view in the macro.
In the exhibition text, she summarizes the history of humanity’s living in its own waste: “ e methods people have been using to get rid of their waste and feces and how they tried to make them invisible have de ned the form in which our civilizations hasve come to exist. Yet this struggle of disposing or hiding becomes more and more di cult with the progress of civilizations, the urbanization, and the increased need for further residences. What was tried to make invisible was not lost, on the opposite the “man of the modern world” was forced to live side by side his own waste and feces.”
e work that was exhibited during the parallel events at the 14th Istanbul Biennale brings a di erent point of view to the concept of salty water which was the conceptual framework of the biennale, because just like in the case of Kurbağalı dere, sometimes water cannot leak out and on the contrary, interpenetration happens as underlined by the white curtain placed on the stream by the artist; the curtain exhibited in rela- tion with the waste carried in the stream, starts to become ill as it touches the water. e shadowing of the transparent composition of the curtain; instead of hiding the waste, and becoming a part of the waste, invites the viewers to think over the wars, pains and destructions that they spectate, that they try to avoid, but in the end become a part of.
In the rst of the three sections of the exhibition fea- tures almost abstract photographs of the stream. In the second section three di erent videos present the per- ception of human-nature. In the third and main sec- tion, nearly forty photographs exhibit the di erent reactions given by the installation and the stream. e sub section of the exhibition entitled “the social media reactions”, has the viewers confront with the criticism of people involuntarily involved in artistic produc- tion as well as with professionals discussing the artis- tic dimension of the installation. In its own way, the exhibition renders Kurbağalı Dere abstract beginning from the stream itself; it blurs the stream, hence lets the viewers think more over the causes and consequences on the macro level rather than the stream itself.
e exhibition space, Operation Room carries a special ambiguous meaning as well. e semantic- ity towards healing that is present in the exhibition space also shows itself in the artist’s intervention. e artist suggests an operation by presenting the desper- ate consequences of the insu ciency and failure of the aesthetic intervention she applies on the stream that cannot be cleaned for years. She suggests going deeper, and solving the problem from its roots rather than an aesthetic intervention that serves to simply physically mask the problem. e artist who foresees that this is the only way we can be puri ed of our dirt, invites the viewer to observe and become a part of this process.
Curated by Seda Yavuz, Özgül Arslan’s solo exhibi- tion entitled Aesthetic Intervention can be visited from the 24th of November to the 21st of January 2016, at the American Hospital Operation Room.
Naz Cuguoğlu
=================================
Gözün Gördüğünü Perde Kapatır mı?
ART UNLIMITED 39 KASIM 2016
Ayak bileklerime kadar balçığa batmışım. Hep kaçmaya çalışmışım ama başaramamışım. Yıllardır saklamaya çalıştığımız tüm kirler, atıklar şimdi yavaş yavaş beni içine çekiyor. Kaçmaya çalışmak anlamsız. Bu balçıkta ilerlemek imkansız.
İnsanlığın orta çağdan beri görmezden gelmeye çalıştığı, burun kıvırdığı, kendine ait görmediği lağım artık bu şehrin tüm deliklerinden çıkarak bana doğru yaklaşıyor. Kentin haritasını çıkarıyor, geçmişin tarihi bu defa subjektif olmayan bir şekilde önüme seriyor. Bu kentin kültürel mirasını, geçmiş davranışlarımızın tüm sonuçlarını içinde taşıyor. Tarihimizden kaçamayız, yavaşça anlıyorum. Yaşadığımız coğrafyada yaşanmış ve halen yaşanmakta olan acıları görmezden gelmeye çalıştığım gibi gözlerimi kapıyorum. Lağımın kokusu burnuma doluyor. Acı kokar, anlıyorum. Suyun oluşturduğu kabarcıklar insan kitlelerinin çıkardığı derinden gelen sesi anımsatıyor. Acı seslidir, hissediyorum.
Halbuki ben zamanın sonsuzluğuna doğru akan, berrak bir su hayal etmiştim. Tam tersine çıkan baloncuklar, zamanın akışkanlığını sekteye uğratıyor, tıpkı uzaktan sesini duyduğum savaşın acı dolu sesi gibi, tıpkı doğduğu topraklardan bilinmeyen diyarlara göç etmeye zorlanan insanların üzerinde yolculuk yaptığı karanlık su gibi. Aynı denizden kopup gelen bu dere, o insanların sesini bana ulaştırıyor.
Şimdi ben evimden getirdiğim, ucu dantelli, beyaz bir perde ile bu suyu kapatmaya çalışıyorum. Bu perde evimin mahremiyetini, son zamanlarda üzerinde kontolünü kaybetmekte olduğum kamusal alanların kaybolmakta olan kütlesiyle yüzleştiriyor. Beyaz perde, gölgelemeye çalıştığı derenin üzerinde yavaşça salınırken gizlemeye çalıştığı pisliğin bir parçası haline geliyor. Birbirlerine değdikleri noktada büyük bir anlaşmazlık yaşanmaya başlıyor. Perdenin geçirgen yüzeyi bu kiri sadece maskeleyebiliyor, tamamen örtmeyi başaramıyor. Tıpkı bizim de maruz kaldığımız acıları tamamen gizlemeyi başaramadığımız gibi…
Özgül Arslan’ın “Maruz” isimli mekana özgü, kamusal yerleştirmesi derenin kirliğini örtmeye çalışırken göz ardı edilmesi mümkün olmayan sorunları da görünür kılıyor. Evine çok yakın olan ve biz Kadıköylülerin çok sevdiğimiz semtimizi anarken yok saymak istediğimiz Kurbağalı Dere’nin ıslah olmayan yapısından yola çıkan Arslan, derenin günümüzdeki durumunu yansıtırken bir yandan da kentleşme, kültürel miras, güncel sosyo-politik durum gibi konulara referanslarda bulunuyor. Kurbağalı Dere’yi hem özne hem de nesne olarak kullanarak izleyicileri içerisinde yaşadıkları kentle ve coğrafyayla, mikroda ekolojik bir durumdan –insanların atıkla olan ilişkisinden- yola çıkarak makroda ekonomik, toplumsal ve politik açılardan yüzleşmeye davet ediyor.
Arslan, sergi metninde insanlığın kendi atığı içerisinde yaşaması durumunun tarihini şu şekilde özetliyor: “İnsanlığın çöp ve dışkılarından kurtulmanın, onları görünmez kılmanın yolları uygarlığın varoluş biçimini belirlemiştir. Fakat bu kurtulma ya da görünmez kılma gayreti, uygarlığın gelişmesi ve insanların şehirleşmesi ve yaşayacak daha çok alana ihtiyaç duyulmasıyla daha da zorlaşmıştır. Görünmez kılınan şeyler kaybolmamış, tersine “modern dünya insanı” çöplükler ve dışkılarıyla iç içe yaşamaya maruz kalmıştır.”
14. İstanbul Bienali paralel etkinlileri çerçevesinde sergilenmiş olan bu çalışma, bienalin kavramsal çerçevesi olan tuzlu su kavramına da farklı bir bakış açısı getiriyor çünkü Kurbağalı Dere’de yaşandığı gibi bazen su sızamıyor, tam tersine bir birbirinin içine geçme durumu yaşanıyor. Sanatçının dere üzerine yerleştirdiği beyaz perde de bu durumun altını çiziyor, derenin içerisinde taşıdığı atıkla ilişki içerisinde sergilenen perde suya değdiği noktada zamanla bir bakıma hastalanmaya başlıyor. Perdenin geçirgen yapısının atıkları saklamak yerine gölgelemesi, onun bir parçası haline gelmesi, izleyicileri içerisinde yaşadıkları coğrafyada seyirci oldukları, gizlemeye ve görmezden gelmeye çalışsalar da başarısız oldukları, parçası haline geldikleri, savaşlar, acılar ve yıkımlar üzerine düşünmeye davet ediyor.
Üç ana bölümden oluşan serginin ilkinde derenin görüntülerinin soyuta vardığı ayrıntılı fotoğraflar sergileniyor. İkinci bölümde, üç farklı videoyla doğa-insan algısı izleyicinin deneyimine sunuluyor. Üçüncü ana bölümde ise yaklaşık kırk fotoğrafın yerleştirilmesiyle yerleştirmenin ve derenin farklı doğa koşullarında verdikleri tepkiler yer alıyor. Serginin alt bölümü olan “sosyal medya tepkileri” izleyiciyi hem sanatsal üretime istemeden dahil olan insanların yorumlarıyla, hem de yerleştirmenin sanatsal boyunu tartışan profesyonellerle yüzleştiriyor. Sergi bu haliyle, Kurbağalı Dere’den yola çıkarak onu soyutlaştırıyor, buğulu bir hale getiriyor, bu sayede de izleyicileri derenin kendisinden çok, makro düzeydeki sebepleri ve sonuçları üzerine düşündürüyor.
“Estetik Müdahale” sergisine mekan olan “Operation Room” berlirsiz bir anlamı da içerisinde barındırıyor. Sergi mekanının isminde yer alan iyileştirmeye yönelik anlamsallık sanatçının müdahalesinde de kendini gösteriyor. Sanatçı yıllardır ıslah olamayan dereye yaptığı estetik müdahalenin yetersizliğinin ve başarısızlığının çaresiz sonucunu sunarak “ameliyat” yapmayı öneriyor. Sadece fiziksel maskeleme yapmaya yarayan estetik müdahalenin aksine derinlere inmeyi, problemi kökünden çözmeyi öneriyor. Ancak bu şekilde kirlerimizden arınabileceğimizi öngören sanatçı, izleyiciyi de bu süreci gözlemleyerek parçası olmaya davet ediyor.
Seda Yavuz’un küratörlüğünde gerçekleşen Özgül Arslan’ın “Estetik Müdahale” isimli kişisel sergisi 24 Kasım – 21 Ocak tarihleri arasında Amerikan Hastanesi Operation Room’da görülebilir.
Naz Cuguoğlu