Analogie – Analoji
“Analogie – Analoji”
1997’den bu yana grup sergilerinde dikkati çeken ÖzgüI Arslan, ilk kişisel sergisini Goethe Institute Istanbul’un Tünel’deki galerisinde “Galerie Dürer”de açiyor.
Özgül Arslan, kendi kuşağının bireysel ve toplumsal sorunlarını, ilişkileri ve yaşam biçimlerini hem geleneksel sanat teknikleri kullanarak, hem de bilgisayar tekniklerinin sağladığı olanakları kullanarak görselleştiriyor.
“Dijitalin alevlerinden ve gerçeğin küllerinden yeni bir gövde yükselecek, föniks gibi… “
Robert Nirre, “The Genealogy of Dead Space”, Ctheory, Şubat 2001
İnternetin “yeni fenomen” olarak değerlendirildiği günümüzde, bu teknolojinin bireysel ve toplumsal yaşam biçimimizi, fiziksel ve ruhsal durumumuzu nasıl ve ne boyutta etkilemekte olduğu üstüne tartışmalar, yorumlar, öneriler sürüyor. Uluslararası eleştirel kuram internetin/sanal ortamın Deleuze-Guattari’nin Bin Yayla kitabındaki – ki bu bir “hypertext”- savlara bağlantılı olarak bir köksap (rhizome) olduğunda birleşiyor ve bu saptamayı internetin köktenci bir değişim getireceğine inananların dikkatine sunuyor.
Benzer tartışmalar elektronik teknolojilerin ve sanal ortamın sanat üretimindeki yeri ve etkileri üstünde de odaklanıyor. Bu alanda hala belirsizlikler var; ama aynı zamanda tıpkı gerçek ortamda olduğu gibi sanal ortamda da sanat üretimi, tüketim odaklı dev yapılanmalar karşısında bir direnç alanı oluşturuyor. Günümüz sanat üretimini derinlemesine incelemeyip, konuyu yüzeysel yargılarla geçiştirenler, yeni teknolojilerle çalışan sanatçıların bu teknolojilere boyun eğdiklerini ve bunların üstesinden gelemediklerini düşünürken, bu tür üretimlerin giderek alanları genişliyor, kavramları çeşitleniyor, biçimleri ilgi çekiyor.
Özgül Arslan’ın “Analoji” başlıklı sergisi sanal ve gerçek ortam arasındaki farklılıkların insan ruhu / gövdesi üstündeki etkilerinin sorgulanması için yapısal ve çözümsel bir altyapı sunuyor. Arslan’ın sergisi iki geleneksel görsel ortamdan oluşuyor: Aydınlık ve karanlık. Buna bağlı olarak resimler de iki bölümden oluşuyor. Aydınlıkta görünenler, karanlıkta görünenler. Arslan bu sunuşla geçmiş ve bugün, sanal ve gerçek karşıtlıklarına gönderme yapıyor.
Resimlerin karanlıkta görünen bölümlerinde, abakus, boş tual, karatahta, telefon, mektup zarfı, telgraf telleri, teyp kaseti, anahtar gibi geleneksel nesneler, aygıtlar, sistemler yer alırken, aydınlıkta gorünen bölürnlerinde günümüzde bunların yerini almaya başlayan bilgisayar, 01 kodlaması, dijital iletişim, e-mail, modem, şifre gibi aygıt ve oluşumlar yer alıyor.
Bir dizi resimde ise, örneğin parmak izi ve mouse, sanal cinsellik ve prezervatif, bilgisayarla üretilmiş insan yüzü ve ayna, aşk ve sanal çiçek demeti, Lara Croft ve Marilyn Monroe gibi analojiler kullanılarak sorgulama kapıları açılıyor.
Özgül Arslan sondan bir önceki resirnde “temas duygusu + bilinmeyenin azalmasi + korkunun belli oranda yok olmasi = fantezi” gibi insan özgürlüğünü sınırsızlaştıran, ama onu yeni bir yalnızlığa iten bir zincirin bilincinde olarak denklemini kurarak, kendi düşüncesini açıklıyor: “Yeni teknolojilerin yaşamamıza yeni bir gerçek olarak girdiğine inanıyorum ve tıpkı geçmişte olduğu gibi – örneğin Marcel Duchamp’ ın sanayi ürünlerini kullanması gibi- günümüzde de bu yeni teknolojilerin sanatta kullanılmasının yollarının aranması gerektiğini düşünüyorum. Aynı anda geleneksel sanat tekniklerini de kullanmaktan kaçınmıyorum ve bunun kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Yeni teknolojiler, sanat yapıtının biçimlenmesinde çok daha ussal ve rastlantıdan uzak olanaklar sağlıyor; estetik kaygılardan uzaklaşmama ve yetkinci bir tavır kazanmama yardımcı oluyor.”
En son resimde ise sanat öldü, yaşasın sanat gibi, 20.yy’da sürekli gündeme gelen tartışma ile “ne olacak?” sorusu soruluyor ve izleyici “öneriler” üretmeye çağrılıyor.